YOLCULUK

Peronların arasında koşuşturup duran bu insanların görüntüsüne o kadar aşinayım ki… Sanki hepsini tanıyorum, çoğunu daha önce görmüşümdür muhakkak. Ben de buraya çok geldim çünkü, herkes gibi. Taksiden inenler, önceden ayırttığı bileti alanlar, bavulunun üzerinde oturup bekleyenler…

Ben de bekliyorum. Taksilerin geliş istikametine doğru bakarak, sık sık saati kontrol ederek, telefonumla oynayarak; belli etmemeye çalıştığım telaşımı sağa sola savurarak bekliyorum.

Derken omzuma dokunuyor. İçlerinden hiçbirini tanımadığım, ama hepsine aşina olduğum bu anlamsız kalabalığın içinde, benim için anlamı olan biri. Diğer taraftan gelip arkamdan yaklaşmış ve omzuma dokunuyor. Dönüp elini tutuyorum. Sol kolunda kırmızı bir çanta, elinde ağzı bağlı bir poşet, boynunda yine aynı boncuklu kolye ve o an için hiçbir şey söyleyemeyecek kadar tutuk ve heyecanlı bir yüzle karşımda duruyor.

Yazıhanenin içinden geçip otobüslerin yanına gidiyoruz. Neden sonra sarılmak aklımıza geliyor. Yanağımı öpüyor, sonra utanıyoruz kalabalıktan. Kırmızı çantayı ve açılan ağzını tekrar bağladığımız poşeti bagaja verdikten sonra yazıhanenin duvarı önünde durup konuşuyoruz.

İşyerinde neler olduğunu anlatıyor bana, arkadaşlarına nasıl benden bahsettiğini anlatıyor. Sigara içiyor bir yandan. Ben de ona bir şeyler anlatıyorum. Konuşuyoruz, ama gözlerimizi hiç birbirimizden ayırmadan. Sonra gizlenmek isteyen bir buğu farkediyorum gözbebeğimin üzerinde. “Ağlıyor musun?” diyor bana. “Deli,” diyorum, “sigaradan oldu.” Çok gülüyor buna, ben de gülüyorum.

Avuçlarımın arasında ısınıyor elleri, ben şimdi bu elleri nasıl bırakacağım, bilemiyorum. Konuşurken yavaşça yüzüğünü çıkarıyorum parmağından, anlıyor. “Sende kalsın” diyor. Ben de ona künyemi veriyorum. “Bu ayrılığı mı anlatır?” diyor, üzülüyor yine durup dururken. Yanağıma dokunuyor.

Dudaklarım “gitme” diyebilmek için aralanıyor, ama gitmek zorunda. Onu üzmek istemiyorum. Beni özleyeceğine söz veriyor. Gözlerindeki sevgiden kuvvet bulmaya çalışıyorum. Sevgi, içlerinde sevgi olduğu o kadar açık ki… Genç bir adamın hayatta görebileceği en güzel şey olmalı, ona bakan sevgi dolu kahverengi gözler. Güven, emniyet, huzur ve mutluluk bir yanda; diğer yanda ise iyice kuvvetlenen serin bir rüzgar, içinde akşam ışıklarının oynaştığı bir çift kahverengi göz ve artık motorunu çalıştırıp harekete hazırlanan bir otobüs var.

Bir kez daha sarılıyoruz, ve otobüse biniyor. Cam kenarındaki yerine yerleşip ellerini cama dayayarak bana bakıyor. Otobüsün hareket etmesine dakikalar var daha. Birbirimize işaretlerle bir şeyler anlatmaya çalışıyoruz, bir sürü önemsiz şey. Asıl önemli olanların ise anlatılmaya ihtiyacı yok: Onu ne kadar özleyeceğimi, her gün onu düşüneceğimi ve her gece uykumdan birkaç saati ona feda edeceğimi nasıl olsa biliyor. Ben de biliyorum.

Ellerini camdan çekiyor. Camda kalan parmak izleri ve nefesinin buharı ardında gözlerinde duran, benim gözlerimdekiyle aynı buğu; ve o kendine bakmadan bana “ağlama” diyor. Gülümsüyorum. Künyemi gösteriyor bana, ben de onun yüzüğünü gösteriyorum. Bunlar ayrılığı anlatmıyor aslında, kavuşmayı anlatıyor. Bir gün dönüp gelecek; o zaman künyemi geri alıp ona yüzüğünü vereceğim. İşte bu, onun geri döneceğinin teminatı ve benim yegane tesellim.

Dakikalar geçtikçe hava kararıyor, rüzgar kuvvetleniyor ve ben otobüsün yanında onun gitmesini beklerken; sanki ne kadar çabuk giderse o kadar çabuk dönecekmiş gibi bir hisse kapılıyorum. Nihayet otobüs yavaş yavaş geri giderek perondan ayrılıyor. Hararetle el sallıyor bana. Ben el sallamayı sevmiyorum, ama yine de sallıyorum işte. Otobüs manevra yapıp diğer tarafa dönerken; onun oturduğu yerden kalktığını, son bir kez beni görmek ve el sallamak için çabaladığını görüyorum. İyice gözden kaybolana kadar, gözlerimi kırpmadan ısrarla arkasından bakıyorum uzaklaşan otobüsün.

Neden sonra başımı çevirdiğimde etrafımda yine aynı kalabalık var. Ama bu defa yüzlerine bakmıyorum. Genç adamın bu ilk ayrılığına, bir çift gözde sevgiyi gördüğü bu serin akşama ve gözbebeklerinin üzerindeki gizlenmek isteyen buğuya şahit olanların arasından kaçarcasına uzaklaşıp yazıhaneden çıkıyorum.

Metroya yaklaşırken adımlarım yavaşlıyor. Bu akşam eve gitmek için acelem yok.

Mustafa Soner Acar
08.08.2003