HEMŞİRE

KİTAPTAKİ SON YAPRAK

Şiir : Mustafa Soner ACAR
03.08.2007 – Erguvan Kültür Kafe, Bakırköy

KADIKÖY VAPURUNDA

Şiir : Mustafa Soner ACAR
26.03.2007 – Erguvan Kültür Kafe, Bakırköy

SÖYLEMEYE DEĞER

Hep sarı papatyalar götürdüğüm kıza,
Bugün kırmızı bir gül vereceğim.

Aşık olmak suç mu ki,
İtiraf edeceğim?

Anlamasa da,
Hisseder.

Cevap vermese de,
Dinler.

Belki gözlerime bakar.
Belki elimi tutar.

Tutmasa da,
Sevgim
Söylemeye değer.

29.06.2010
Mustafa Soner ACAR

SERÇE

ARALIK

FİRARİ

DENİZ VURGUNU

Söz-Müzik : Mustafa YILMAZ
Seslendiren : Mustafa Soner ACAR

RUBAİ-İ LEYLÎ

Mâh-ı temam’da suret-i bedir.
Bu hüzn-ü buhran menbaı nedir?
Hubb-u ela’dan sebebdir derdi,
Leyl’e zifrî kesafet verdi.

Mustafa Soner Acar

“CANIM” İLE “KIYMETLİM”

Bir arkadaşım durup dururken bana, “Visual Studio’nun 6. sürümü çıktı” dedi, “sana CD’sini getireyim mi?” Ben de program yazıyorum ama Visual Basic kullanmıyorum, yani hiç ihtiyacım olmaz. Yine de lüzumlu lüzumsuz her şeyi biriktirme huyum olduğundan “Peki, getir, ne işime yarayacaksa!” dedim.

İki-üç gün sonra üniversitede gezinirken; tam kafeteryanın kapısına gelmiştim ki, arkamda yürüyen iki kızın konuşması dikkatimi çekti. Birisi, “bir yerden Visual Studio CD’si bulmam lazım” diyordu. Geriye dönüp “Bende var, sana getireyim” dedim. Büyük bir sevinçle “Getirir misin? Harika! Seni nerede bulurum?” dedi. “Elektronik Mühendisliği’nde okuyorum.” dedim. “Yakınmış yerimiz, ben de Bilgisayar’dayım.”

O CD’nin ne sebeple elime geçtiğini çok zaman sonra düşüne düşüne anladım. Orada bir kıza rastlamış ve onu çok sevmiştim.

O da beni çok sevmişti.

Cana yakın, neşeli tabiatımız; daha önemlisi hislerimizi anlatmayı bilmemiz ve paylaşmayı sevmemiz bizi birbirimize bağlamıştı.

Arkadaşlığımızın daha ilk günlerinden başlayarak hep beni ne kadar çok sevdiğini söylüyordu. Aradığı dostu bulduğunu ve birbirimizi çok iyi tamamladığımızı düşünüyordu. Ben de ona doğru çekiliyordum sanki. Zaten herkese karşı sevgi doluydum ve çevremdekiler de beni severdi, ama onun farkı sevgimi kaldırabilmesi ve kendi sevgisini dile getirmekten çekinmemesiydi.

Bir süre sonra, ikimiz hakkında duyduğum endişeyi ona açtım. Çok hızlı bir şekilde samimi olmuştuk, oysaki dostluk sağlam temeller gerektirirdi. Birbirimize bu kadar güvenmeden önce birbirimizi iyice tanımamız gerektiğini düşünüyordum. O ise beni sevdiğini, gereksiz endişelerle kendini yormadan sadece bu sevgiyi yaşamak istediğini söylüyordu.

Sevgi hep kendisine bir yol arar, hep ileriye gitmeye çabalar. Gündüzleri şaka yollu konuştuklarımız, akşam uyumadan önce aklıma, aklımıza takılır hale geldiğinde, birlikteliği düşündük ve engeller aradık. Engeller hep ortadaydı elbette, ve biz bunları görmezden gelecek genç âşıklar değildik.

Benden iki yaş büyüktü, ailesinden ayrı yaşıyordu ve artık okulunu bitirip iş hayatına başlamıştı. Benimse okulumu bitirmeme iki yıl vardı daha. Askerliği de sayarsak üç yıl. Bu “üç yıl” aramızda parola gibi olmuştu. Benimle evlenmek istiyordu, ama üç yıl sonra, yani “büyüdüğümde”. Tabii ki aramızdaki yaş farkı kapanmayacaktı, ama o bir bilgisayar mühendisi ve ben bir öğrenciyken aramızda yaş farkından daha büyük bir uçurum vardı.

Onu seviyordum, ama evlenmek konusunda pek de emin değildim. Kendine has bir düşünce tarzı vardı; gezerken, konuşurken her şeyi hoşuma gitse de bir insanı her hali ile bütün bir ömür kabul etmek önemli bir karar. Yine de, ben onun mükemmel olmadığını düşünecek kadar cesur değildim. Beni koruması, dertlerimle ilgilenmesi, hatırımı sorması, beni sevmesi…

Onu çok seviyordum.

Yine de gelgitler içerisinde bocalarken pek çok kez başa dönüp sonunda vardığımız yer aynıydı: Biz arkadaş kalmalıydık.

Herkes gibi onun da hayatında zorluklar vardı. Hatta başından son derece sarsıcı olaylar geçmişti. Bunları bana anlattı.

Bir gün, ansızın bir mesaj geldi ondan: Hayatı için bir karar almak zorunda olduğunu ve geçmişe sünger çektiğini söylüyordu. Sadece ben değil, bütün arkadaşlarını ve ilişkilerini maziye gömmüştü. “Umarım beni anlarsın ve yıllar sonra görüşebiliriz” diyordu mesajında.

Dostluk örgü örmek gibi değildir: Sıkıldığında elinden bırakıp sonra kaldığın yerden devam edemezsin. Dostluk uçmaya benzer: Sürekli kanat çırpmak gerekir.

Ona bunu anlatmaya çalıştım. “Eğer dostunsam, sana yardım etmeye çalışayım. Beni bilmediğim bir sebepten dolayı yıllar sonrasına atma” dedim. O ise “Beni anlamayı seçmiyorsun, benim kararlarıma saygı duymuyorsun. Demek ki gerçekte benim dostum değilmişsin!” dedi. Ve gitti.

Aradan iki yıl geçti.

İki yılda bir insanın başından neler geçebilirse onlar geçti başımdan. Yeni arkadaşlar edindim, eskilerin bir kısmını yitirdim. İnsanların her zaman benimle aynı mantıkta hareket etmediğini gördüm. Ve insanlar beni üzse de zamanla iyileştiğimi öğrendim.

İki yıl geçmişti ama onu anımsıyordum. Bir zamanlar iyi dost olduğumuzu, çok şey paylaştığımızı ve birbirimizi çok sevdiğimizi hatırlıyordum.

Ama sadece dostluğu hatırlıyordum, “sevgili” olduğumuz aklımdan silinip gitmişti.

Beni “bir kızın bir erkeği sevdiği gibi” seven tek kızın aşkını, bilinçaltım gizleyip bana unutturmuştu.

Ta ki çekmecede eski mektuplarımızı bulana dek…

İlk ben başlatmıştım mektup yazmayı, ama o beni geçmişti. Kendimizi anlattığımız, birbirimize duygularımızı döktüğümüz o eşsiz hatıraları tek tek okudum.

Gönderen: Yalnızlık
Gönderen: İletişim sanattır
Gönderen: Canın
Gönderen: Kıymetlin

O bana hep “Canım” derdi, ben de ona “Kıymetlim” derdim.

Ona mesaj attım. Mektupları tekrar okuduğumu söyledim. Eski günlerden, yeni günlerden bahsettik. “Bir gün görmek isterim seni” dedi.

Bir süre sonra telefonla konuştuğumuzda, bana namaz kılmaya başladığını söyledi. “Beni Eyüp Sultan’a götürür müsün?”

Bir cumartesi günü ikindi namazına Eyüp Sultan’a gittik. Kot pantolonunun üzerine eteğini giydi, başını örttü ve herkes gibi camide namazımızı kıldık. Sonra da Piyerloti’de çay içtik.

Anlatacak çok şeyi vardı ikimizin de. Vakit de vardı, anlattık.

Ramazan gelmişti. Bir sabah çok erken vakitte onun semtine gittim. Bir yerde oturduk. O gün oruçlu değildi. Kendisi neskafe içerse rahatsız olup olmayacağımı sordu. Sorun olmadığını söyledim. Fakat yanında bir de sigara içecekti. İçmemesini rica ettim ama kahvenin yanında sigara çok iyi gittiği için mutlaka içmek istedi. Küçükken alerjik astım başlangıcı geçirdiğim için sigaradan çok rahatsız olduğumu hatırlattım. “Birazdan dışarı çıktığımızda içersin” dedim. O ise, “Hayır, şimdi burada bu sigarayı kahvemle birlikte içeceğim” dedi. Sinirlendim, “Sigara gitmiyorsa ben gidiyorum” deyip kalktım. Çok şaşırdı; ağzı aralık, kocaman gözlerle baktı yüzüme. Montumu giyerken ağırdan aldım; sigarayı söndürmesini, “gitme” demesini bekledim. O ise hayret etmekle yetindi.

O kadar sinirlenmeseydim bile, sigara içen birisinin yanında durmam imkânsızdı.

Çok zor bir hayatı olmuştu, ama onca şeye rağmen ayakta kalmayı da başarmıştı. Bunda kendi kendisini motive edip moralini yüksek tutmasının büyük etkisi olduğunu biliyordum. Pişmanlık duymazdı, çünkü bir şeyi yaptıysa bu onun kendi kişisel seçimiydi. Kötü bir olay karşısında eğer üzülmeyi seçerse üzüleceğini düşünür, üzülmemeyi seçerdi.

Geçmişten ona dair anımsayabildiğim her şeyi uzun uzun düşündüm. O zamanlar bunu fark etmediysem de, birlikte yaşadıklarımızı hep o yönlendirmişti. “Tercihleriyle, seçimleriyle, özgür olmayı seven kuvvetli yapısıyla” kendisine bir dünya kurmuştu ve benim hatırım için o sağlam duvarların hiç bir zaman esnemeyeceğini anlamıştım.

Bir zamanlar birbirimizi çok sevmiştik; o bana “Canım” derdi, ben de ona “Kıymetlim” derdim. Ama geçmiş, iyi ve kötü hatıralarla geçmişte kaldı.

Ve onca olup biteni birkaç cümle ile anlatmak gerektiğinde; onu suçlamadan, kendimi üste çıkarmadan anlatmak istediğimde; ancak böyle anlatabildim.

Ama doğrusu bu: Herkes kendisini haklı görür. Yoksa bütün bunları neden anlatayım?

27.10.2006
Mustafa Soner Acar


(Bu yazıma ‘karşı taraftan’ gelmiş olan cevap)

Melek Gibi

Hani aniden yüzümüz güler, gözlerimizin içine onların bakışı yansır, içimizdeki tüm beyaz duygular anlık da olsa benliğimizde tekrardan canlanır.. Bu duygular bir meleğin yansımalarıdır.

Hayatımda var olan ve onun ışığında olduğumda içimdeki huzurun sınırsızlığını tarif edemediğim bir melek tanıdım ben. Ve o yıllar yıllar boyu hep bembeyaz kalmayı başardı. Ona duyduğum saygı ve sevgiyi tarif edemem. En son bana yazdığı yazıda, olanca berraklığıyla içimi okumuşçasına kendi duygularımı kağıda döküp bana sunduğunda içimi kaplayan kaybetme duygusunu daha yoğun hissetmiştim. Aslında kaybettiğim bir melek değil, içimdeki berraklık ve iyilikle çıktığım seyahatlerin azalmasıydı.

O benim geçmişte tanıdığım, anlarımı paylaştığım ve geleceğime ışık tutan ve benim için hayatımda doğumumdan bu yaşıma kadar tanıdığım en saygıdeğer ve sevdiğim bir insan. Ben onu tanıdığım gün ona Canım dedim ve hep Canım oldu. O bana hep kıymetli davrandı ve onun için ben de Kıymetli’siydim. Ne sevgiliydik ne de birbirimize sevgisiz. Melekler her yerdedir, onun gibi.

Ona buradan seslenmek istiyorum; sen beyazsın, sadesin, yanımda olduğun ve olacağın her an için çok teşekkürler. Seni, bildiğin kadar çok seviyorum Canım benim.

(28 Mart 2007)

←Önceki